| http://www.alemegel.net |
|
| KaRı$ıK | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Misafir Misafir
| Konu: KaRı$ıK 28.01.08 11:04 | |
| Gitmek Mi Kolay Kalmak mı Zor Merhaba Melodyfm’ i dinleyen gönül veren güzel insanlar, içimde kendimle savaşırken sesli düşünmek istedim. Her şey ama her şey, sevgiyle başlıyor ve sevgiyle yoğruluyor gönüller, hayatım boyunca bana bu öğretildi. Doğru bir kelimedir Eğer sevgi evde pişmemişse, hayat boyu yenilemez. İnsan kendini sevmiyorsa karşısındakini nasıl sever. Yıllarınızı verdiğiniz her cadde ve sokağına gülüşlerinizi ve gözyaşlarınızı işlediğiniz yerlerden gitmek. Aslında o kadar kolay ki? Ama kalınca; yürekte yara, içte acabalar birikirse işte o zaman zor. Bilmeliyim ki? Yaşam çok kısa ve neyi ne kadar yaptığına bakmıyor aslında ve yaşarken edindiğim hiçbir şey gitmek yolunu tıkamıyor. Can Yücel’ in bir yazısında dediği gibi. Bilmelisin ki? Her problem kendi içinde bir fırsat saklar... Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır! Ya mesafeler oysa Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez... Gerçek aşkların da! Gitmeler sarınca insanı, sorgular başlıyor galiba yaşanan ve yaşanılmayanları, Bir destek arıyorsunuz en yakınlarınızdan. Aile hep insanın yanında olmuyor! Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz... Aileniz oluveriyorlar biranda Melodyfm ailesinin beni sarıp sarmalaması gibi ve öğreniyorsunuz aile her zaman biyolojik değil!
Tecrübenin kaç yaş günü partisi yaşadığımla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığımla var ve Peyami Safa ne güzel söylemiştir. Yaşlanarak değil, Yaşayarak tecrübe kazanılır. Zaman, İnsanları değil armutları olgunlaştırır.
Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez... Erdem, onur, insanlık adına hangi fakülte diploma verebilmiş ki?
Şartlar ve olaylar, kim olduğumu etkilemiş olabilir... Ama ne olduğumdan kendim sorumluyum! Bilgiçlik taslamak, konuşmak kolay, az ve öz konuşup susmak zor.
Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında ki çizginin nereden geçtiğini bulmak çok zor, bunu hayat felsefesi haline getirirseniz işte o an başlıyor içinizde sorgular...
Ne kadar yakın olursa olsunlar, en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir... Onları affetmek gerekir. Ben affedişlerin sorgusuz olduğunu, neden sorusunu sorduğum da, onları yargılamaya başladığım da: azat edip bırakmasını bilerek ve içimde affederek gitmeyi öğrendim.
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor... İnsanın kendisini de affedebilmesi gerekiyor. Yargılarken acımasız oldum hep ama bana değerdi; kendimi affetmeyi öğrendim.
İki kişi münakaşa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez... Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez! Görünen aslını taşıdığı sürece varız. Hayat felsefem şudur ki? Kulaklarımla duyduğum hiçbir şeye inanmam. Gözlerimle gördüklerimin de yarısına inanırım. İşte bu bakış gözlerde yüzölçümünü öylesine büyütür aslında…
Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalıyor... Ama sevilmek: hissetmek ve duymaktan geçiyor. Sevgimi söyleyerek ne kaybedebilirim ki? Belki sadece karşımdaki kişiyi, beni kaybetmekten daha kötü olamaz inanın.
Sevgiyi çabuk kaybediyoruz, pişmanlığımızsa uzun yıllar sürüyor... Keşke sözcüklerini kaldırmak için hayatınızdan: Şuan etrafınıza bakın, kaybettiğiniz de üzüleceğinize, kaybetmeden ona değer katın…
Ne kadar sorgularsam sorgulayayım, gitmek çok kolay kaçışsa eğer. Yaşamınızı değiştirecek bir başlangıçsa, gitmek çok zor. İşte gerçek…
Ve öğrendim ki? Yüreğim ne kadar kan ağlarsa ağlasın, dünya benim için dönmesini durdurmuyor...
Gitmek zor, kalmak kolay olsaydı. İşte o zaman bu kadar düşünmezdim belki… Gitmeleriniz yüreğinize olsun dostlar. Orada sevgi ve kendinizi bulacaksınız. Bir saniye olsun durup düşündürebilmişsem ne ala.
Ben mi? Ben düşünüyorum hala! |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:05 | |
| Kişi sevdiğiyle olmak ister!.
Sevdiğinin hâliyle hâllenir… Sevgisi kadarıyla, onunla yaşar!.
Sevginin ne olduğunu tam olarak bilemediğimiz için, çoğunlukla, “beğeni” ile “sevgi”yi birbirine karıştırırız..
“Beğeni” yanında “sahip olma” arzusuyla açığa çıkar!.
Bir nesneden hoşlandığında, beğendiğin şeye sahip olmak ve üzerinde tasarruf edebilmek arzusuyla yaşarsın…
Bu tüm mahlukatta çok yaygın bir duygudur!.
Kimi, beğendiğini cebine sokar; kimi beğendiğine tasma takıp yanında taşıyarak onunla hava atmak ister; kimi yakalayıp inine sürükler… Her mahlûk yaradılış fıtratına göre, beğendiği üzerinde tasarruf etmek ister.
“Sevmek” ise bundan çok farklıdır…
Sevince, yanlızca sevdiğin için yaşamak istersin!.
Yalnızca yanında olmak, yalnızca onun olmak, yalnızca onun zevk aldığıyla zevk alıp, sevmediğinden kaçmak istersin! Sevdiğin öylesine sarmıştır aklını, fikrini, ruhunu ki, her şey sana, onu hatırlatır; yanında iken bile onun içinde olmak istersin!… Yakınlık bile uzak gelir sana!…
Sen kaybolursun, sende; sevdiğin kalır yalnızca, beyninde!..
Onun bakışıyla bakar, onun değerlendirmesiyle değerlendirir, onun diliyle konuşmaya başlarsın!. Gözün ondan başkasını görmez, kulağın ondan başkasını duymaz, elin ondan başkasına uzanmaz olur!.
Her an sana sahip olmasını; varlığının, tasarrufunun her an üzerinde olmasını, her an seni kucaklamasını istersin!… Bedensel yakınlık bile, korkunç uzaklık gibi gelir sana; ve onunla tek bir beden, tek bir ruh, tek bir şuur olmayı dilersin!.
Sevgi, fıtratın müsait ise, sevdiğinde yok edesiye yakar seni; ve gün gelir kaşında-gözünde, yüzünde-dilinde sevdiğini görürler de, “sen o olmuşun” derler!
Beğenen sahip olmak ister…
Seven ise sevdiğinde yok olur; feda eder her şeyi sevdiği uğruna!.
Bazılarının da sevgi kokusu sürülür üstüne; “aşığım” sanır!. Ama sevdiği uğruna, fedakarlık etmeye gelince sıra, o koku siliniverir üzerinden “kopamama” sabunuyla!.
Parasından kopamaz… Mevkiinden kopamaz… Yakınlarından kopamaz… İçinde yaşadığı ortamın güzelliklerinden kopamaz… “Etraf”tan kopamaz!.
Derken kusurlar belirmeye başlar sevdiğini sandığının üzerinde… Eksiklikler görmeye başlar başlar, yetersizlikler görmeye başlar… Bunlar önce acıma duygusuna dönüştürür sevgisini; uzaktan acıyarak seyretmeye başlar… Sonra tatlı bir anıya dönüşür, sevgi sandığı duyguları!. Bu tecrübe gösterir ki, onun fıtratında sevgi programı yoktur!.. Beğeniyi, sevgi sanmıştır!..
Uzaklaşma ondan gelmemiş de, karşısındakinden gelmişse, bu defa “nefret”e döner “beğeni”; ondan intikam alma duygusu gelişir içinde; ve vicdanla intikam dalgaları arasında bir o yana bir bu yana sürüklenir durur; terkedilmişliğin, uzaklaşmanın, layık olmadığını yaşamanın sanısı içinde!..
Oysa yanlızca, fıtratında olmayan gerçek sevginin sonuçlarını yaşamaktadır!. Cüzdanı için, güzelliği-yakışıklılığı için, kendisine hoş gelen huyları için, mevkii-koltuğu için, ilmi için beğenmiştir; sevdiğini sanmış; sahip olamayınca da arzusuna erişememenin düş kırıklığı içinde kopmuş; yalnızca çıkarları doğrultusunda yaşamayı tercih etmiştir…
Seven ise göze almıştır kopmayı… Dışlanmayı… Paradan-puldan, namdan nişandan, dosttan akrabadan uzak kalmayı…
Fıtratından gelir sevgi!. Kulluğu sevmek üzeredir!. Onunla, sevmeyi yaşamak istediği için yaratmıştır onu Yaratan… O yüzden kopar anadan-babadan; dünyadan paradan!
Seven, karşılıksız sever!…
Beğenen karşılığını ister!.
Benim istediğim gibi yaşarsan seni boğarım sahip olduklarıma, der beğenen!.. Onun zaten fıtratında yoktur sevgi, bilmez aşkın ne olduğunu!.. Ne üzere yaratılmışsa, odur tüm meşgalesi… Karınca gibi çalışır; maymun gibi çiftleşir; aslan gibi yavrularına sahip çıkar… Ama pervane gibi sevemez!. Atamaz kendini ateşe!.
Sevgi sonunda yanmayı getirir!.. Beğeni ise sonunda kaçmayı!.
Beğenen mahlûkat çoğunluğuna göre, “sevgi” delilikten bir türdür!.. Anlamazlar onlar, sevdiği uğruna, etraf ne derse desin deyip,her şarta katlanmayı! Ve “delillik bu” derler…
Beğenme bir tür “hobi”dir!… Bazen ömür boyu sürer, bazen bir kaçyıl, bazen bir kaç ay!..
Sevgi bir ömür boyudur!… Bitmez, tükenmez, bazen durulur, bazen coşar ama hiç gerilemez!. _________________ |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:05 | |
| neden aşamıyorsun yalnızlığını? senin niçin dostların yok? niçin kendine güvenemiyorsun? niçin bir ortamda zayıf karekterli insanlara sempati duyuyorsun? onların haklarını savunmayı kendine dert ediniyorsun? küçüktün ailen tarafından hor görülüyordun, ezilmiş bir ailenin bir kız çocuğuydun. öyleki yemeğiniz ailenin hepsine yetecek kadar değildi. istemleriniz aileniz tarafından sürekli reddediliyordu. kadındın. istemlerine bu çerçevede yaklaşılıyordu. bu ise seni ailenden uzaklaştırıyor. kendi istemlerini kendin karşılamaya ailenin istemeyeceği şuan duysalar dahi seni aforoz edebilecek girişimler içine giriyordun. üzerinde ki baskı seni sürekli ailenin dışına itiyordu. onların ittiği yerlerde de aslında istediğini bulamıyordun. kişiliğinde seni yetiştirenlerin aşıladığı zayıflıklar vardı. bu zayıflıkları bir türlü aşamıyordun. sürekli ileriye yürümek istiyordun. kendini aşmak yaşamı kendi tarzında adımlamalak istiyordun. oysa karşına sürekli engeller çıkıyordu. bu engellerle mücadele edebilecek gücü kendinde bulamıyordun. kaçak güreşmelerin bu yüzdendi. karşı çıktığın insanları karşına alamıyordun. ama onlara karşı müthiş tepkiler besliyordun. ama onlarla bir türlü mücadele etme cesaretini bulamıyordun. bu yüzden kendine güven krizlerin derinleşiyor. en basit şeyleri dahi yapıp yapamayacağını sorguluyordun. oysa sana inanan hatta imrenen insanlar vardı. elbette sorunlarla baş edebilecek yaşam deneyimini kazanmıştın. ama içinde derin bir yara vardı. sen bu yarayla yüzleşemiyordun. sürekli bu yarayı pansuman edip aslında tedavi edemiyordun. içindeki bu yaradır bulunduğun ortamda ezik kişiliklere duyduğun sempati. çünkü onlar senden izler taşıyorlardı. çünkü onlarda hor görülmüştü, çünkü onlarında kendine güvenleri yoktu, çünkü onlarda korkuyorlardı. korkuydu onların kendi içinde kendini yaşamaları. sen yüzleşmedin bir türlü kendinle. kendine gerçekleri söylemekten çekindin kortun belkide. haksızlık etmek istemem bunu denedin. ama karşına çıkan ilk sorunda sen yine kaçmayı seçtin. kaçtın kaçıyorsun. oysa fark etmediğin bir şey vardı. insanların sana karşı saygıları artmıştı. önce ailenden kaçıp bir yerlere sığınmıştın. şığınmışlığını aşıp kendin olmaya başlamıştın. oysa sen kendin olmayı tercih etmedin yaralarından sıyrılıp kendin olma mücadelesinden kaçtın. korkularının ezilmişliğin ve hor görülmenin merkezine gittin o halde oradan hesaplaşarak çık. içindeki yaraların merkezinde kendini tedavi et. yoksa gömüleceksin sonsuz bir yalnızlığın ve çirkefin içine gömüleceksin |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:06 | |
| BİR BABANIN EVLENECEK KIZINA ÖĞÜTLERİ...
Önce, dertdaş olup dertlerinden arındırarak güçlendirecek boynu dik, alnı açık edecek, sade zihin ile kendinden emin bir şekilde yaşamasını sağlayacaksın. Senin yanında dertlerini, kederlerini unutacaktır. Hep güler yüzle karşılayacak, kendisinin gönül eğitimine katkıda bulunduğun erkeğine gene sonsuz bir saygı duyarak, değerini hiç hafife almayacaksın.
Sevgili kızım;
Bizim aile yapımız herkesin hayran olduğu bir güzellikler bileşkesidir.
Dikkat edersen; nefesimizden, bindiğimiz asansörle gönül yurdumuza, can şehrimize inerken gördüğümüz her oluşum, aile nizamındandır. Saygıya dayalı sevgi, gönül bahçemizde uçsuz bucaksız çiçek bahçeleri var etmiştir.
Düşünelim ki, bahçe çiçeği beğenmese, çiçek bahçeyi eksik, kusurlu görse; bu bahçe ailesinde sevgi tamlığı meydana gelir ve bu kadar güzel çiçekler olur muydu?
Demek ki kadın erkeğini ne kadar eksiksiz ve tam görürse, erkek de benim eşim dünyanın en güzel insanı derse o ailede sıkıntı ve keder kalmaz.
EVLİLİĞE HAZIRLIK
Evlilik denildiği zaman önce ne anlıyoruz ona bakalım...
İç dünyamızın sesine daha net kulak verelim. Merakımızı iyice artıran iç sesimiz tatlı bir nameyle bizlere neler tavsiye ediyor... Dikkat kesilip dinleyelim...
Evlenmek demek evine gelmek demek... Demek ki önce kendi evimizi yani mahlûk yapımızı tanıyarak evleneceğiz. Öyle ya kendimizi düzenlemeden, kendi evimizi kurmadan, elin oğlunu nereye alacağız, nereye koyacağız?
O zaman şu güzel evimizi iyice bir temizleyelim de elden önce kendi içimize sinsin. Gövde yapımızın dış dünyaya açılan penceresinden başlayalım.
Herkes gözünden bakar kızım. Sense baktığını göreceksin...
Herkes nefes alır kızım, sense dünyaya kâinatın en büyük sırrı, nefesi, anlayıp sırlarına vakıf olacaksın...
Herkes tadar kızım, sense yiyeni, yenileni, yedireni birleştireceksin...
Herkes konuşur kızım, sense sözlerin en güzelini içinden duyacak, lisanına geleni en güzeliyle hayata vereceksin...
Herkes düşünür kızım, sense düşüncelerine yön verecek, kendi emin yaşantını oluşturacaksın...
Herkes düşler kızım, sense özünden duyarak, duyduğuna uyarak, ispatı vücuda getireceksin...
Herkes konuşur, herkes ben bunları zaten biliyorum der sana melek kızım. Hatta üstten bakanı da görürsün. Sen de onlara dersin ki "Bilmenin ispatı yaşamaktır..."
Evet, birden durakladık. Baştan söylemek istediklerim şimdi dökülüyor dudaklarımdan. Demek ki aile olmak için can-ı gönülden samimiyeti bulmak gerekirmiş...
Tüm sırlarını açmak gerekiyormuş, ben de şimdi daha iyi fark ettim aile kavramını. Haydi bakalım kâşif sultan, daha yolumuz uzun; yaşayacak nice heyecanlar, nice mutluluk keşifleri var...
Yiğit kızım, can kızım;
Çocukluğumuzdan beri bizler çok eziyetler çektik. Sıkıntılarımızın temelinde kendimizi tanıyamamak vardı. Aile yaşantımızı oluşturamadık. Her diyenin dediğine kandık da iç dünyamız ne diyor diye dönüp bakmadık. Yıllarımızı kulağımızdan yönetenler çaldı da bu çalınan hayatlar kimin diye dönüp bakmadık. Ne zaman ki iç dünyamızı duyduk, işte o zaman hayatımızı başkalarının ellerinden aldık.
Kendimizi tanıdıkça gördük ki istediğimiz takdirde bizler kendi hayatımızı kendimiz kontrol edebilmişiz. Anladık ki hayatımız aslında bizimmiş. Ne zaman ki gönül yurdumuza uğradık, işte o zaman işlerin çok başka olduğunu anladık. Asıl kâinatı var eden gücün bizdeki amacını öğrendik. Artık sorumluluğumuzu biliyoruz, neyin adına yaşadığımızı anlıyoruz ve bu gönül keşfimize çıkışımızın amacını daha da iyi idrak ediyoruz...
ÇEYİZ
Gövde yapımız ne kadar 60 kilo görünse de içimizden baktığımızda uçsuz bucaksız bir varlığız dikkat ettin mi? İşte burayı daha net görmeden öteler açılmıyor melek kızım...
Çeyiz denildiğinde de oya-işleri akla gelmesin. O zaten sosyal hayatın gerekleri. Bize lâzım olan iç dünyamızın çeyizleri...
İşte gönül sandığını bulduğun güzel gönül yurdundan ağır ağır kapağı açılan gönül çeyizlerin.
Kâinatın sana armağan olarak hazırladığı bu insanlık çeyizlerini, tertemiz yaşantına kattıkça hayatının ne kadar mutlu ve ne kadar huzurlu olduğunu göreceksin... Çeyiz sandığından parlayan ışık, gönül keşfinin sağlam temelleri üzerine daha güçlü durman için bir kapı aralıyor, işte hayatının cidDiyetine açılan kapı:
GÜDÜMLER ŞEHRÎ
Sana tüm insanlığın ilk çeyizini göstermek istiyorum. Gönül adımlarımı iyi takip et. İşte insanlığın en özelindeki sır:
"İlk insan bu kâinata geldiğinde" ifadesi, aslında ilk insanın kendine geldiğinde olmalıdır. Kendinde olmayan insan hayalde, zandadır. Böylesi bir insan da hiç bir şeyi anlayamaz, yapamaz.
Demek ki ilk insan kendine geldiğinde, önce kendinden yansıyan bu coğrafyayı anlamış, tanımış. Ve kendi beden elbisesinin, yani maddi gövdesinin keşfine çıkmıştır. Beden evinin içine girdiğinde, içsel bir yalnızlık hissetmiş; gönül yârini, sevenini bulmak dürtüsüyle kendi gönül keşfine çıkmış ve bulduğu ilk gönül çeyizinin aşkı ve sevgisi olduğunu görmüştür.
Onun için tüm insanlığın ilk çeyiz sandığından çıkan yitiği; SEVGİSÎDÎR...
Sevgili kızım,
Sevgi her şeydir, hayatın tadı, tuzudur: sevgisiz hiçbir hareket olmaz. Sevgisiz hiçbir iş yapılmaz. Ama insanların kendi sevgilerine açılan kapıda gene aracı, insana yardımcı sensin kızım. Çünkü sen sevdireceksin her şeyi. Sen aracı olacaksın sevenle sevilene.
İşte güdümler şehrinde kulaklarına fısıldanan, kâinatın tertemiz sözleridir bunlar. Sen cansın, canından canlar var edilmesine sebep olan. Sen tertemiz kansın, kanından tertemiz milletler var olmasına sebep olan. Sen hayatsın, tertemiz yaşantından kâinata bir mana, bir amaç, bir hedef veren. Senin için türküler yakılacak, senin için ulaşılmazlara gidilecek, senin için dağlar delinecektir.
Kendi gönül keşfinde bulduğun bu çeyiz sandığından güdümler şehrine açılan geçiş kapısında durup, senden önce gelip geçen asil soylu yiğit kadınları anlayacak ve "Şanlı insanlık tarihimden geldim... Tekrar tertemiz insanlık tarihine, bir kilometre taşı olacağım..." diyeceksin.
Her genç kızın bu yitik çeyizlerini bulmasına vesile olacak; tüm genç kızların tekrar onurlarını keşfetmelerini, tekrar kendi öz kimliklerini bulmalarını sağlayarak ... _________________ |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:06 | |
| Aşk, karşılığı olduğu zaman daha bir anlam kazanıyor. Taraflar birbirlerinin gözünde yüceliyor. Aslında aşık olduğunuz kişi de bizi yansıtan bir ayna gibi. İki insanın birbirine duyduğu aşk karşı karşıya duran iki aynadan farksız. Yanlış veya acımasız gibi gelse de, aşk acıdan, üzüntüden besleniyor. Sevdiğiniz kişiye kavuşunca ise, yavaş yavaş etkisini kaybetmeye başlıyor. Aşk, imkansızlıklarla beslenir Bazı insanlar sahip olamadıkları, sevgisinden emin olamadıkları, hatta onları hor gören ve duygusal açıdan eziyet eden kişilerin peşinden koşarak aşkı bulmaya çalışıyor. Nedense bu insanlar sevgisini açıkça belli eden ve ilişkinin getirdiği sorumlulukları taşıyabilen partnerlerden zaman içinde sıkılıyorlar. Bu durumda da ilişki heyecanını, çekiciliğini yitiriyor ve kaçınılmaz sona yani monotonluğa ve bitişe doğru yol almaya başlıyor. Çünkü kişi birlikte olduğu insanda kendisini görmeye başlıyor. Hiç kimse birkaç ufak tefek farklılık dışında kendisine tıpatıp benzeyen birisiyle birlikte olmak istemez. Sürekli eleştiri arayı soğutuyor Bu ruh haline sahip bir insan, partnerini sürekli eleştirmek, onu haksız yere suçlamak ve hatta aldatmak yolunu seçebilir. Karşı taraf bu duruma tepki verdiğinde kişinin ihtiyaç duyduğu onaylanmama duygusunu ona yaşatmış olur. Eğer partner bu yüzden onu terk ederse, onun için partnerini yeniden elde etmek yepyeni bir tatmin nedeni halini alır. Bu davranışlar uzayıp gider. Aşık olmak tesadüf değil Uzmanlar bir insandan etkilenmenin veya aşık olmanın belirli nedenlere bağlı olduğunu söylüyor. Yani aşkı yaratan romantizm imgesinin kaynağı çocukluğumuzda en yakınımızdakilerle kurduğumuz ilişkilerimizdir. Bu bahsedilen en yakınlarımız da genellikle ki bu çoğu zaman anne ve babamız oluyor. Bizi yetiştirenler ya da çocukluğumuz boyunca yanımızda bulunan kişilerin olumsuz özellikleri, romantik imgelerimizi, olumlu özelliklerine kıyasla daha çok etkiliyor. Bunu basit örneklerle açıklamak gerekirse; otoriter ve sevgisini çocuğuna yeterince veremeyen bir annenin çocuğunun, büyüdüğünde sevgisini dengeli bir biçimde sunabilen birisine aşık olma ihtimali sanılanın tersine çok zayıf. Aynı şekilde alkol problemi yaşayan bir babanın kız çocuğunun, büyüdüğünde de benzer özelliklere sahip birisiyle ilişki yaşama ihtimali göz ardı edilemeyecek kadar kuvvetli. Uzmanlar bunun nedenini, insanların en çok sevdiği ya da aşık olduğu kişilerde kendi ailesinin özelliklerini aramaları ve ilişkilerinde çocukluklarına dair tanıdık duygular bulmaları olarak açıklıyor. İnsanların çocukken aileleriyle ilgili yaşadıkları olumsuzluklar sebebiyle, aynı tatsız olayları onlara yeniden yaşatabilecek birilerine bağlanmalarının üzerinde durulması gereken nedenlerinden biri de, kişilerin o olayları yeniden canlandırarak çözümlemeye çalışmak istemeleri. Ancak bu genellikle geri teper ve bastırılan duygular birden bire ortaya çıkarak, kişinin benliğinde onarılması çok zor, hatta imkansız delikler açar. Bu yüzden kişi ona zarar veren bir birliktelik yaşıyor dahi olsa partnerini bu delikleri kapatacak bir nevi 'yama' olarak görmeye başlar. Dengeli bir sevgiyi mahvetmeyin Bu ruh haline sahip kişilerde, dengeli bir sevgi karşısında acımasız ve vurdumduymaz tavırlar, eksik sevgi karşısında ise, hor görülmekten yakınan tavırlar sergiler. Kendisine zarar verdiğini bildiği bir ilişki için gözyaşı döken bu kişiler, geçmişte onu kusursuz şekilde seven bir başka kişiye karşı nasıl acımasız olduğunu hatırlamaz bile. Arkadaşlarına yaşadığı haksızlıklardan bahsederken, benzeri haksızlıkları bir başka insana kendisinin de yapmış olduğunu unutur. Onu eleştiren arkadaşlarına da önceki ilişkisinde sergilediği ters davranışlar için bahaneler ve geçerli nedenler uydurma yolunu seçer. Aşk her zaman vardır Zamanımızda bu kadar zor bulunan aşkı buludğunuzda çok kolay harcamayın. Bencilce davranışlarınızda, düşüncelerinizde kendinizi karşınızdakinin gözüyle görmeye çalışın ve empati yapın. Haksız yere yargılamayın.Birlikte olmadan önce sürekli onu düşünmeniz, sonrasında hep birlikte olmanız, birbirinize yoğun olarak sevgi dolu sözcükler gönderdiğiniz günlerin geride kalmamsı için, karşılıklı olarak birbirinize zaman ayırın. Aşk insanın ayaklarını yerden keser, ancak yere indiğinizde hayata karşı mücadele edebilmek için birbirinize tutunmanız gerekir. Çevresel, maddi ve manevi sorunları anında konuşarak ( çözmek adına tartımak anlamında değil) çözün. Aşkınızın bitmemesi için en önemlisi, evden çıkarken ya da otururken bir öpücüğü esirgemeyin. Yaşamınızda aşkınız dahil her anınızı bir daha yaşayamayacak gibi yaşayın. Kimbilir o anda tüm güzelliklerin elinizin altından uçup gitmeyeceğini |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:06 | |
| Herkesin, hiç kimseye benzemeyeni gibi sevmiştim. Gözlerimden dökülen yaş, dudaklarına bulaştığında sevmiştim.
Ekmeği tuza banıp yer gibi değil, tuzsuz da olsa benim ekmeğim, der gibiydi sevmelerim. Yitişine inat sevmiştim seni, Allah'a ısmarlamadan gidişine inat sevmiştim... Varlığın gibi, yokluğunu da sevmiştim. İçime bulaşan umudu, hangi yola bakacağını bilmeyen gözlerimle beklemeyi sevmiştim...
avuçiçi kadar yüreğime sığdırarak sevmiştim... Kulağımda sesini duyduğum o an, yüzüme tebessüm olup aktığın o an sevmiştim. Bana kalacağını beklemeden, benimle bir hayatın varolacağını düşünmeden, hesaplar-kitaplar beklentilerle değil... Öylesine sevmiştim...
Ay'ın Güneş'e sevdası gibi sevmiştim, kavuşmayı hâyâl bile etmeden... Seninle yaşanacak an'ları, geniş zamana yayarak sevmiştim...
Beklerken, düşlerken, umutlanırken hepsinin adını sana çevirip de sevmiştim...
Öylesine işte... Ben; sadece sevmiştim seni... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:07 | |
| Yorgunmusun?
Uzan istersen biraz, gün de yorulmuş belli ki.. Ya da sarıl bana, sımsıkı sarıl, nefes alamayacakmışım gibi sıkı.. Hiç bir zaman sensiz kalmayacakmışım gibi sımsıkı sarıl. Hani bana sarılıp derin bir nefes çekersin ya.. İşte öyle sarıl yine bana..
Mutluluğa senin adını koydum..
Biri seni bana sorduğunda, duyduğum gururu bilmezsin.. Hiç yorulmadan, tükenmeden anlatabilirim seni.. Ama anlatmıyorum herkese, benim gibi hayran olurlar sana diye..
Muzur sevgilim benim..
Durur durur, çılgın şeyler bulursun ya.. Gülmek için hep bir nedenin vardır.. Yine söyleyeceğim, gülmek bir insanın daha gözlerine bu kadar yakışamaz.. Seni gülerken görmekten daha büyük hediyen olamaz bana..
Hep gülmek nasip etsin Allah’ım sana.. O hak ettiğin mutluluklar hep seninle olsu...
Avuçlarında ki o küçücük yüreğimden sevgini hiç eksik etme olur mu?
Özledim.. Güneşin insanın içini ısıttığı bu zamanda ben üşüyorum, sarıl bana n’olur.. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:07 | |
| Sen ağlama yine güzel gözlüm kıyamam sana yine yüzüne güneş vursun hep asla gölge düşmesin sacının birteline bütün bunlar sıradan şeyler sende özel sende güzel yoksa neye yanar bu yürek kor kor.. her ne kadar bir yanım çocuk kalmışsa seni düşünüp ağlayaçak kadar diğer bir yanımda bir o kadar büğüdü acılarla yoğrula yoğrula senin uğruna olsa bile koruyabilmekte beni... yoksa ben nasıl var olurum sende biliyorsunki sabah güneş herkes için doğar ve yine herkes için batar ama ona ançak bilenler başka bakar... doğarkende batarkende ve herkes için birde üztündeki şebnem için konmuştur çiy ama ona sadece aşık olanlar bakarken ağlar |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:07 | |
| Merhaba!
Siz, siz olun insani değerlerinizi öldürmeyin! Ağlamaksa ağlamak, gülmekse gülmek, hüzünlenmekse hüzünlenmek, sevmekse sevmek. İnsan bir makina değil, duygusuyla, merhametiyle, sevgisiyle insandır.
Ve nitekim yaşamak. Tek bir dokunuşta, bir bakışta gizli, hissetmekle kalan sahici değerler... Yapay değerlerimizde büyüttüğümüz, her şeyi lükste,parada, maddiyatta aramanın, hırsın, bencilliğin, çürümüşlüğün gerçek değeri ne olaki.
Hayatımıza o kadar çok karmaşa ve ucuz değerler girdiki, her gün biraz daha kaos, biraz daha karmaşa içinde yaşamın farkına varmadan kaybolup gidiyoruz. O kadar çok acele yaşıyoruzki hayatı. Bir tabloya bakarken yada bir şiiri okurken bile neyi anlattığını, üzerinde durup düşünmeye fırsat bulamıyoruz.
O kadar çok sevgi varki yarım kalan, bu acelecilikten sevgileri bile yaşayamıyoruz, paylaşamıyoruz. Dostluklar bile sahte ve çıkar ilişkilerinden öteye geçmiyor. Farkında mısınız? ne kadar çok özlüyoruz doğal dostlukları ve sevgileri.
Peki biz gerçekten dost olabiliyor muyuz insanlara, çıkarsız sevebiliyor muyuz insanları?
Neden hep yalnızlığı seçiyoruz çoğunlukla, neden hep boğulduğumuzu sanıp kaçıyoruz insanlardan? Bu acelecilik bu korku bu kaçış niye? Sevgileri gerçek dostlukları öldürmüyor muyuz hep beraber, sevgilerimizi de öldürecek kadar sevgi katili olmuyor muyuz?
"Bir gün sormuşlar Bektaşi erenlerinden birine:"Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? "diye."Bakın göstereyim" demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş.
"Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe."Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa."Buyrun" deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
"İşte" demiş ermiş."Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır.Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.
Şunu da unutmayın:Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman..."
Biliyoruzki, düşündüklerimizle yaşantımız arasındaki ilintiler çoğu kez özlenenin, umulanın dışında kalıyor. Toplum olarak da, bireysel olarak da, durmadan bir karamsarlığa bir yılgınlığa doğru sürükleniyoruz. Bunları söylerken edebiyat yaptığımı yada bilgiçlik tasladığımı sanmayın. salt bireycilik, bireysel saplantılar değil bunlar. toplumsal bir yangına dönüşmüş durumda.
Bunları yazarken bir arkadaşımın anlattığı ve yazarının ismini bilmediğim kısa bir öykü geldi aklıma. Hatırladığım kadarıyla öykü şöyleydi. ""Dağlık bir bölgede adam küçük oğluyla yürürken, oğlan ayağını taşa çarpar ve can acısıyla, “Ahhhhh!”diyebağırır. Dağdan, “Ahhhhh!” diye bir ses gelir ve bu sesi duyan çocuk hayret eder. Merakla “Sen kimsin?” diye bağırır ; ama aldığı tek yanıt “Sen kimsin?” olur. Çocuk bu yanıta kızar ve, “Sen bir korkaksın!” diye bağırır.Dağdan aldığı yanıt “Sen bir korkaksın!” dır. Babasına bakar ve “Baba ne oluyor?”diye sorar.
"Oğlum, dikkat et!” diyen baba, vadiye doğru, “Sana hayranım!” diye bağırır.Ses “Sana hayranım!” diye yanıtlar. Baba “Sen harikasın!” diye bağırdığında, bu kez dağdan “Sen harikasın!” yanıtı gelir. Çocuk şaşırmıştır, ama hala ne olduğunu pek anlayamamıştır.
Baba oğluna durumu açıklar: ”Oğlum, insanlar buna yankı derler ama; ama gerçekte YAŞAM’ın kendisidir. Yaşama ne verirsen sana onu yansıtır. Yaşam senin davranışlarının bir aynasıdır. Eğer yaşamında daha çok sevgi istiyorsan, insanları daha çok sev. Eğer sana saygılı davranılmasını istiyorsan insanlara saygılı davran. Eğer başkaları tarafından anlaşılmak istiyorsan, önce başkalarını anlamaya gayret göster. Eğer insanların sana hoşgörülü ve sabırlı davranmasını istiyorsan, önce sen insanlara karşı hoşgörülü ve sabırlı olmalısın. Oğlum yaşamda ne ekersen onu biçersin. Bu doğa yasası yaşamın her yönü için geçerlidir.”
İnsanların yaşamı tesadüfler sonucu oluşmaz; insanların yaşamı onların davranışlarının yansımasından başka birşey değildir...
Bazen karşımızdakilerin varlığına bile tahammül edemiyoruz, çarpık sağlıksız bir kişiliğe doğru sürükleniyoruz. Salt “Sevmeyi bilmek” başlıklı yazımdan dolayı onlarca tehtit ve küfür maili aldığımı yazsam inanır mısınız?
Ey siz sessiz sevgilerin sessiz ortakları... Bu serin gecenin ıslak damlacıkları bedeninize yayılırken, üşüyüp kaçmak yerine, Yüreğinize sevginin sıcaklığını esir edin... Ve bunu kendinize bahşedilmiş en kutsal ödül sayın. Sevin yalnızca sevin... Dünyanın en güzel şeyi insanların sevildiğini bilmesidir, daha da güzeli sevebilmesidir,sevmeyi bilmesidir. Sevmek hiç bir zaman çılgınlık değildir. Sevmek insan tarafımızı bulmamızdır. Dünyada sevmeyenlere, sevemeyenlere acımalı. Sevebilen insan kendini ve yaşamı keşfeden insandır, talihli insandır. Duygulu duyarlı ve güzel insandır. Sevgidir insanı yücelten, insanın yaşamına anlam ve derinlik kazandıran. Sevmeyenler ve sevemeyenler ot gibi yaşayıp, ot gibi gidenlerdir. Ah evet, sevgisiz bir dünyada hala sevmeyi bilen siz duyarlı dostlara selam, bilmeyenlere de bir mesaj iletiyorum bu şekilde...
‘”Dünyayı şairler yada çocuklar yönetse, o zaman dirlik düzenlik olur; çünkü ikisininde yüreği sevgi doludur, ikiside açık yüreklilikle yaklaşır hem beyninin hem yüreğinin sorunlarına” diyen yazara katılmamak mümkün mü?.
Beynimi beynininizin aydınlığına yaslayıp, yüreğimi yüreğinizin sıcaklığına, güzel, yalın yapmacıksız duygularınızdan öpüyorum.
Yaşamı savunma sorumluluğu ve bilinciyle |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:08 | |
| Mistik bir kokudur zindelik sakinlik veren
Bir kahve tanesiyim kalplerinizde pişen
Kimi için İtalya`da dar sokaklar arsındaki bir kafede,
kimi için Ortaköy`de bir nargilecide yada bilmem nerede...
Yada evinizde sıcak su içine bir kaşık katıp karıştırdığımız şipşak cafe...
Bazen eğlenceli bir gecenin ardından yaşanan tatlı sarhoşluklar
arkasından ayılmak için içtiğimiz
bazen bir gelin adayının ellerindeki titreyen gümüş tepsinin üstünde...
bazende tatlı sohbetler eşliğinde içip neyse halim çıksın falim deyip ters düz ettiğimiz
Türk kahvesi ya da espresso, ‘irish cream’ veya ‘capuccino’...
Kahve tanesiyim kalplerinizde pişen
belkide damaklarınızda kalan telve zerresi
kalbimi fincan yapıp içtim seni
kocaman balık olmuş yüzüyorsun
köpüklerin arasında/gülümsüyorsun
bakındım derinlere yüreğim kabarmış
bilirim özlemin kabarıklığını
dilek tut dediler tuttum |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:08 | |
| Seni ilk gördüğüm gün başka kim varsa silinip gitti hayatımdan. Tatlı anılar bir yana, bana acı vermiş kim varsa, hangi olay varsa zihnimden silindi. Yepyeni tertemiz bir başlangıçtı bu.
Çıplağım, karşında arınmış durumdayım. Yaşamın ikiyüzlülüğünü, yalancılığını, ihanetlerini, kalleşliklerini soyunup karşına en saf, en yalın halimle çıktım.
Sana ait olanı yaşamak istiyorum ben. Aşksa aşk, sevinçse sevinç, hüzünse hüzün, acıysa acı... Senden gelen hiçbir şey korkutmuyor beni. Sen yanımda olduktan sonra her şeye dayanabileceğimi biliyorum.
Gözlerindeki derin uçurumlarda bir dağcı edasıyla gezinmek mutlu ediyor beni. Seni her gün yeniden keşfediyorum. Bu keşifte yolumu kaybetmeme imkan yok. Pusulam da rehberim de sensin. Karanlık yollarda ışığımda sensin.
Demet demet çiçek oluyorsun. Ben o çiçek tarlasının acemi bahçıvanı, birini koklasam diğerinin hatırı kalır diye üzülüyorum. Neyse ki her gün yeniden açıyorsun ve ben o renk renk çiçekleri bir daha koklama şansına sahip oluyorum.
Ne desem de sevdamı anlatsam diye düşünüyorum. Bu güne kadar söylenmiş en güzel sevda sözleri bile sana duyduğum aşkı ifade edemeyecek diye korkuyorum. Dünyanın bütün dilleriyle 'seni seviyorum' desem yetmeyecek biliyorum.
Bana dokunduğunda tatlı bir ürperti kaplıyor bedenimi. Hafif bir meltem nasıl gıdıklarsa insanın vücudunu öyle oluyorum işte. Ama senin dokunuşların bu dünyadan uzaklaştırıyor beni. Kendimi lacivert bir okyanusun ortasında buluyorum. İçimdeki sonsuzluk duygusu büyüyor. Hiç bitmesin istiyorum dokunuşların.
Nereye gidersem gideyim yanımda götürüyorum seni. Hiç yalnız değilim bu yüzden. Ne gecelerim sensiz geçiyor ne gündüzlerim. Yaptığım her şeyde, attığım her adımda mutlaka sen de varsın.
Özlemek aşkın yaramaz çocuğu. Ben o çocuğu bile uslandırdım artık. Özlenen sensin çünkü. Sen benim için bu dünyada özlenmeye değer tek şeysin.
Karşıma nasıl çıktığının bir önemi yok. Biz buna hayatın sürprizi diyelim. Hani bir piyango bileti alır cüzdanında unutursun da haftalar sonra hatırlayıp listeye baktığında ikramiye kazandığını görür sevinirsin ya...
İŞTE SEN BENİM HAYATIMIN BÜYÜK İKRAMİYESİSİN _________________ |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:08 | |
| Dilek pencerenin onune oturmus saatlerdir disariyi seyrediyordu.Uyku tutmamisti bir turlu.Sabah erkenden uyanmis,sehrinde uyanmasini bekliyordu.Gece yagan kar dogaya bembeyaz bir gelinlik giydirmis gibiydi sanki.Agaclar bu bembeyaz giysi icinde muhtesem gorunuyorlardi.Evn kucuk bahcesi ve bahcenin onundeki yol larla kapliydi.Henuz ayak degmediginden oyle kusursuz gorunuyordu ki!!Dilek bu bembeyaz manzaranin mukemmelligine kapilmis,hayallere dalmisti.Saatin kac oldugunun bile farkinda degildi.O sirada kendisine dokunan minicik bir elle siyrildi hayallerinden. "Annecigim gunaydin! Sen ne zaman uyandin?" Minik oglu Ege uyanmis,pijamalarla gozlerini ovusturarak karsisinda duruyordu.Hemen sarildi ogluna. " Ah ,uyanmis benim birtanem.Bak ne guzel kar yagmis heryer bembeyaz olmus" Annesinim kucagina oturarak disariyi seyredelerken karsidaki apartmanin bahcesinden gelen neseli kahkahalar duydular ve ikiside o tarafa dogru baktilar. Ege bir sevinc cigligi atti.Anne baka kardan adam yapiyorlar neguzel.Hadi bizde yapalim ,lutfen anne lutfen".Minik,sevimli kiz cocugu babasiyla birlikte kardan adam yapiyordu bahcede.Neredeyse bitmisti kardan adam.Simdi sapkasini ve atkisini takiyorlardi.Ssevimli kiz,ellerini cirparak sevinc cigliklari atiyordu.Babasida mutlu mutlu kizini syerediyordu."ne guzel" diye gecirdi icinden Dilek," benim oglum babasiyla hic boyle bir mutluluk paylasamadi;henuz bir yasinda bile degildi babasiyla bosandigimizda". Dilek,cok pisman oldugu bir evlilik yapmis ama akli basina geldiginde coktan ogluna hamile kalmisti bile.Onceleri oglu dogduktan sonra herseyin duzelecegini ummus ama hersey daha da kotuye gitmeye basladiginda ,bosanmaktan ve oglunu yalniz buyutmekten baska caresi olmadigini anlamisti.Onu cok zor gunlerin bekledigini biliyordu ama mutsuz bir ailede,kavga gurultu icinde oglunun buyumesindense boylesinin daha iyi olacagina karar vermisti.Ustlik calisiyordiyi bir isi ve maasi da vardi.Tek basina pekala bakabilridi ogluna.Cevresindekilerin ve ailesinin " TEKRAR DENE" israrlarina ragmen,Dilek esinden bosandi.Eside sanki bunu bekliyormus gibi gidip baska bir sehre yerlesti ve yeniden evlendi.Oglunu hic arayip sormuyordu.Dilek her gecen gun bosanmakla cok dogru bir karar verdigini dusunuyordu ama bir tek oglu icin uzuluyordu.Diger cocuklarin babalariyla vakit gecirdigini gordugunde oglunun yuzunun asilmasina dayanamiyordu hic.Boyle oluncada ona babasinin eksikligini hissettirmemek icin elinden gelenin daha fazlasini yapiyordu Dilek. Aradan gecen besyila ragmen,Dilek evlenmeyi yada baska biriyle olmayi hic dusunmemisti.Askin artik ona cok hemde cok uzak bir duygu oldugunu dusunuyordu.Birde yine ayni seyleri yasamaktan ,hayal kirikligina ugrmaktan cok korkuyordu.O yuzden ask,coktan unuttugu bir sozcuktu onun icin.O bunlari dusunurken,oglunun israrlari gittikce artmaya baslamisti artk.En sonunda dayanamdi ve "Tamam ,haydi giyin bizde cikiyoruz disariya.Biz daha guzel bir kardan adam yapalim" diye seslendi ogluna.Ama oglu coktan cikmisti bile bahceye. Dilek asagiya indiginde oglunu kendi bahcelerinde degil,karsidaki evin bahcesinde o minik kizla konusurken buldu.Birlikte kardan adam yapmaya baslamislardi bile.Annesini gorunce ona seslendi."Anne gelsene bak seni arkadasimla tanistirayim,bu Gulce .Bana da kardan adam yapiyoruz simdi". Dilek karsi evin bahcesine gecti ve kapida durup onlari izlemeye basladi.Genc adam yani Gulcenin babasi, yanina geldi o sirada. "Merhaba ben Caner,Gulce'nin babasiyim .Sizde Ege'nin annesisiniz degilmi?Oglunuz ne kadar tatli bir cocuk.Gulce'ye yaptigimiz kardan adami cok begenmis de,simdi ona da bir tane yapiyoruz" "Merhaba ben de Dilek.Cocuklar ne kadar cabuk kaynasiyorlar degilmi baksaniza" Gulce ile Ege coktan kirk yillik arkadas gibi konusmaya baslamislardi. Oguzel gunun aksaminda Ege bir hayli yorulmus olacaktiki erkenden uykuya dalmisti.Dilek de dusuncelere.Caneri dusundu hep o gece.Acaba anneleri nerelerdeydi?Oldukca hos bir adamdi.Bekar olaazdi herhalde"Aman canim neyse ne bana ne elin adamindan "dedi kendi kendine. Ogunun uzerinden tam bir hafta gecmistiki,kapici bir davetiye getirdi.Dilek zarfi acinca sasirdi.Bir dogum gunu zarfiydi."Gulce yeniyasini seninle kutlamak istiyor" yaziyordu davetiyede.Kapiciya "tesekkur ederim" deyip kapiyi tam kapatirken seslendi Dilek kapiciıya."Mehmet efendi sen taniyormusun bu Caner bey'i?" "Tanimazmiyim Dilek Hanim .Onlar yillardir karsiki aprtmanda otururlar.Cok iyi biridir.Herkes cok sever onu.Mimardir aslinda.Karisini dogum yaparken kaybetti.o yuzden cok sanssiz bir insan.Kizini tek basina buyutuyor,o gunden beri evlenmedi.Cok duskundur kizina." dedi ve gitti.
Ertesi gun pazardi ve Gulcenin dogum gunu vardi.Ege giyinmis suslenmisti bile.İceriden seslendi annesine "Anne ben hazirim.Sacima biraz jole surebilirmyim?"Dilek oglunu bu hallerine bayilıyordu."Hadi oglum suslenmen bittiyse gidelim" dedi. Kapiyi Gulce acti.Cok cici pembe bir elbisesi vardi uzerinde."Hosgeldin" diyerek sarildi Egenin boynuna.Caner "Hosgeldiniz Dilek Hanim ,tesekkur ederim,Ege'yi getirdiginiz icin.Ama sizde buyrun lutfen". " Yok ben girmeyeyim" dedi Dilek cekingence gulumsyerek."Nede olsa bu Gulce nin dogumgunu" "Yoksa beni bu minik canavarlarla basbasami birkacaksiniz? Beni mahvederler bunlar.İceride 10 cocuk daha var. "Nasil yani size yardim eden kimse yokmu?" "Hayir yok .Tek basima hallederim diye dusunmustum ama galiba yapamaycagim" Dilek iceriye girdi.Salondan cocukalrin kahkahalari ve gurultuleri geliyordu.Simdiden evi altust etmislerdi. Dilek ogun Caner'e yardim etti. Birlikte on iki afacab cocugu agirladilar.Mutfak masasinda oturup karsilikli kahve icerlerken uzun uzun sohbet ettiler.Caner ona kendi yasamini anlatti.Dilek de kendisininkini.Birde baktilar ki,yasamda benzer yollardan gecmis,benzer zorluklari yasamis ve kendilerini cocuklarina adamis iki insandi onlar.O kadar cok ortak yanlari vardi ki.Ve tum bu ortakliklar onlari sanki birbirlerine dogru cekiyordu.Tipki miknatisa tutulmus iki parca gibi.caner'in gozlerine bakarken Dilek uzun zamandir hicbir erkegin ona boyle simsicak bakmadigini dusundu. O aksam hep kar yagdi.Dilek pencereden bakarken karsi evin isiklari yaniyordu.Canerde camin onune oturmus disaryi seyrediyordu Dilek gibi.Birbirlerine el salladilar kar taneleri duserken.Icindeki buzlari eriten bir sicaklik hissetti teninde Dilek."Kar hic bu kadar guzel yagmamisti"diye dusundu. _________________ |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:09 | |
| Sabah evden çıkarken posta kutunuzda kaç broşür, el ilanı, kampanya duyurusu vardı; kaç dost mektubu?
İşe, üzerinde hangi banka, çorba, meyve suyu ya da cep telefonu reklamı olan otobüsle geldiniz; peki kaç tanıdık sima ile?
Radyoda kaç reklam dinlediniz, hayatınızı kolaylaştıracağına dair; kaç faydalı bilgi aldınız, parasız?
Elektronik posta kutunuzdaki reklamları saydınız mı, kabaca “spam” yani bir anlamda “çöp” diye bilinen? Kaçta kaç gerçek postayla karşılaştınız, hatır sorup, gönül alan?
İnternette dolaşırken, karşınıza pat diye çıkan ve tıklamanız için yalvaran kaç reklam vardı; kaç gerekli bilgi?
Gazetelerin reklam olmayan sayfalarını okumaya çalışırken, size kaç “fırsat” sunuldu, peşin fiyatına bilmem kaç taksitle; buna karşılık kaç haberle karşılaştınız?
Öğle yemeğini yerken, bir an dışarıya bakıp, binalarda hangi dondurmanın, çikolatanın, otomübilin reklamını gördünüz; kuşları seyretmeye çalışırken?
Akşam eve dönerken otobüs beklediğiniz durakta size nasıl bir hayat vaad ediliyordu, sizin yaşamaya devam ettiğiniz hayattan daha güzel?
Evde televizyonda, tartışma programı izlerken, alttan hangi sucuk geçiverdi, lezzet garantili? Hangi tartışma tatlıya bağlandı bu arada?
Elinizi yıkadığınız reklam arasında sizin için hazırlanan, şehrin stresinden uzak evlere dair neler işittiniz, suyun şırıltısı arasından?
Hiçbir reklamla boyanmayan evlerde, hiçbir sponsoru olmayan sohbetler yapıp, araya reklam girmeyen yemekler yemek hayal mi sizce?
“Bu hayatta sanal reklam uygulaması vardır” sanal alt yazısı olmadan, üstümüzde reklamsız bir kıyafetle çıktığımız yollarda, reklamsız kaldırımlarda yürümek; hiç reklam almayan yağmur damlalarıyla ıslanmak; taksitli satışlara dair bilgi sunmayan rüzgârla üşüyüp, sponsorsuz ısınmak, sponsoru olmayan selamlara karşılık vermek; insanlara sol elimizden bile gizli yardım edebilmek; bilbordsuz dilimize bir şiir, bir şarkı dolayıp, kimsenin “sunmadığı” adımlarla yürümek... Mümkün değil mi acaba |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:09 | |
| Belki de ölümün gizli provasıdır ayrılık. Aldığın her nefes yalnızlığın zabtına geçmiştir..Gülümsemelerin solduğu yüz çukurlarından savruluyor aşkın imla hataları. Virgüllerin beli kırılır satır ortalarında. Perdelerinden taşınır güneş. Varlığında konuşmayan duvarlar, cümleleri sırtına yüklenip kirpiklerinde oyalanır ayazlar. Sesini yitirmiş bir rüzgar gibi kalakalırsın mevsimlerin ayak ucunda. Susmak istersin, delice ağlamak. Ama beceremezsin. Hayata cezalar kesercesine kelimelerinle yalnızlığın kıyısına kusarsın çığlıklarını. Gözyaşın akmaz sanırsın oysa iç cebinde biriktirdiklerin ayrılığın tek şahididir. Baktığın her kadın, gideni hatırlatıyorsa, takvimlerden hep gidişin tarihi avuçlarında soluyorsa artık yenilmişsindir. Belki de yaşadıkların, acıdır. Ama aşk her acıya göğüs gerip gideni hala sevebilmektir...Aşk; belki de imkansızlığın dudaklarına mıhlanmış tek kelimedir. Ya da cümlelerin namlusundan yüreğine saplanan kanlı bir gözyaşıdır.
Hala sol yanım kanamakta. Hala cerahatı bitmemiş bir ayrılığın narkozunda parmak uçlarım ısrarla onun adını yüreğime karalamakta. Sensiz ölmeyi göze alıp ölemiyorsan, uzaklarda senin saçlarına değil de başkasının saçlarında dolaşan ellerini hala özlüyorsan hala sevmektesin. Yazdığın her kelimeyi ayrılıkla tutuşturup yüreğinde yakıyorsan ve ertesi gün güneşin perdelerine indiğinde onun sesinin olmadığı yataklardan uyanmak istemiyorsan ve gelmeyeceği bile bile hala deliler gibi seviyorsan bunun adı aşktır. Bir zamanlar elele dolaştığınız sokaklarda anıların ve kadının kokusunu hala arıyorsan, saatlerce aynı şarkıyı dinleyip rüzgarın kovalandığı caddelerde arkası dönük kadını" o "zannedip onun olmadığı anladığında yüreğini topuklarında eziyorsan hala seviyorsundur...
Aşk; ayrılıklara göğüs gerip bir yudum gülüşüyle hiç gitmemecesine yaşabilmektir... _________________ |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:09 | |
| Hiç kalp kırdınız mı veya kalbinizi kıran oldu mu?Sanıyorum insan oğluna özgü duygular bunlar.Zira başka hiçbir canlı da böyle bir duygunun var olduğuna inanmıyorum. Evinizde beslediğiniz bir köpeğe kızarsınız,söylenirsiniz hatta yeri gelir bir tekme atarsınız, fakat yine de o size asla darılmaz.Kısa bir süre sonra sizi gördüğünde sevgiyle kuyruğunu sallar,sevgi dolu gözlerle bakar. Biz insanlarda durum başka.Kalbimiz kırıldığında tüm herşeyi unutursunuz,o olay sanki dünyanın en kötü olayıdır.Dünya başınıza yıkılmıştır.O insanı bir daha affetmemeyi düşünürsünüz.Onunla olan tüm iyi anılar birden bire silinmiştir hafızalardan.Belki şok olmuşsunuzdur,böyle bir hareket beklememişsinizdir ondan.Ama olan olmuş,kırılan kırılmıştır. Yıllar önce bir Anadolu köyünde görev yaparken,bir ihtiyar ile sohbet ediyordum. Zaten oldum olası yaşlı inanları severim.Anıları çok olur onların.Şiire meraklı bir ihtiyardı, hemen ayak üstü dörtlükler uyduruveren bir ihtiyarcık.Sohbet sırasında derin bir iç çekerek; “Kırma dostun kalbini, Onaracak ustası yok. Soldurma gönül çiçeğini, Sulamaya ibrik yok.” Yüzünde,onca yılın çizgisi,ellerinde yıllarca toprakla uğraşmanın sağladığı nasırlarıyla ihtiyarcık böyle demişti.Sevgiyle bakan,artık iyice çukura kaçmış gözlerinde bir an parıldayan bir damla yaş gördüm.Belki geçmişte yapılan bir yanlışı anımsamıştı.Zaten yine onunla cezalar,kanunlar,hapishaneler üzerine yaptığımız bir söyleşide; “Cezaevleri boşuna hoca efendi demişti.En güçlü ceza evleri vicdanımızdır.Vicdanın rahat olmadıktan sonra suçun af edilmiş,özgür kalmışsın ne çare?Vicdanın olmadıktan sonra en berbat mapus damlarının sana faydası ne?”demişti. O günden sonra davranışlarıma,sözlerime,sosyal ilişkilerime daha bir dikkat eder oldum.İnsanları kırmamayı,kırılsam da kırmamayı ilke edinir oldum.Bazen bilmeyerek de olsa birilerini kırdıysam ve o kırdığım insan bunu bana hatırlatırsa ,o vicdan azabı bana zaten yeter.O insanı tekrar kazanabilmek için şartlar ne kadar zor olsa da yine de denemeyi göze alırım.İhtiyarın dediği gibi “Onaracak ustası yok”olmasına rağmen,usta titizliğinde olmasa da çıraklık mertebesinde çaba gösteririm. Günümüz insanı daha gerçekçi,sosyal ilişkiler hep karşılıklı çıkarlar ile donanımlı. Kalp kırılmış,kırılmamış,dostluklar bitmiş,bitmemiş önemi yok.Önemli olan o günü kâr ile kapatabilmek.Dostum bana küsmüş,küserse küssün,onun bileceği bir iş”mantığı hakim. En güzeli geçmişte kalan dostluk değerlerine sahip çıkmak,bir birimize daha saygılı,daha hoşgörülü yaklaşabilmek,hepsinden önemlisi kişilere karşı içimizdeki o kahrolası “önyargıyı”yok edebilmek.Toplumsal barışı ve huzuru istiyorsak bunlar çok önemli unsurlar. Yoksa o olmayan ustayı aramakla daha çook zaman harcarız. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:10 | |
| |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:10 | |
| Herkesin bir hayali, yapmayı çok istediği bir şey yada çok şey vardır. Yoksa bile bir gün bir şeylerin olacağını ve hayatının değişeceğine inanır. Bunu yapacak olan şeyin ne olduğunu bilmese de, bunun için herhangi bir çaba göstermese de ona en berbat durumda hayatı yaşanır kılan bir umudu vardır.
Biz ölmeyi göze aldıkta, yanımızda kimi götüreceğimize karar veremedik diyordu Çakır, Kurtlar Vadisinin bir bölümünde. Kesin son olan ölüm bile içinde sürprizler barındırabiliyor demek ki. Ölüme giderken bile yapılması gerekenler varken, düşünün yaşamak için neler yapılabilir yada yapılması gerekir.
Hayallerle yaşamak ve bu hayaller için çabalamak aslında herkesin yapması gereken bir şey. Tabi yapabilmek lazım bunu. Bazen bir hayalin gerçekleşmesi gerçekleşmemesinden daha kötü sonuçlara yol açabilir. Belki de hayallerin gerçekleşmemesi gerekiyor. Esasında yanında kimi götürmek değil mesele. En güzeli o hayali yapabilecek gerçekleştirebilecek imkanlarda olmak ve her an her şeyi bırakıp gidebilecek durumda olmak. Emekliliği dolmuş birinin hiç kimseyi takmadan çalışması, Verilen zor bir işi zamanından çok önce bitirip de yan gelip yatan biri gibi olmak.
Simyacıyı okuyanlar bilir. Orda bir bölümde tek hayali bir gün çok zengin olup da Hacca gitmek isteyen birinden bahseder. Eskiden çok fakir olup da sonraları zengin bir tüccar olan birisi. Durumu çok iyi olmasına hatta yanında 100 kişiyi bile götürecek kadar zengin olmasına rağmen Hacca gitmemektedir. Çünkü farkındadır hayatındaki en büyük hayalini gerçekleştirdiği anda, onu hayata bağlayacak bir şey kalmayacaktır. Yeni bir hayal içinde artık çok geçtir.
Hayaller sınırsız olmalı, bitip tükenmek bilmemeli ve imkansız olmalı bazıları ama bunun içinde insanın hayal gücünün gerçekten güçlü olması gerekir. Bazen sorarım tanıdıklarıma ne istersin hayatta çoğunluk; ağrısız başım, kaygısız aşım havalarında, kimi şöyle arabam olsun, böyle evim olsun, eşim, yuvam, çocuklarım olsun şu olsun bu olsun falan filan. Hayallerimiz bile gerçek dünyada bizimle birlikte. Gerçek hayata o kadar kaptırmışız ki kendimizi hayal bile kuramıyoruz.
Adamın biri yan gelip yatıyormuş. Demişler ki; be adam nie yan gelip yatıyosun; - Ne yapayım. Demiş. - Kalk çalış çabala. Bi şeyler yap. - İyide nolcak öyle yapsam. Demiş bizimki. - İşte çok paran olur. - Ee - Evin olur. Araban olur - Ee - Evlenirsin - Ee - Yuvan olur. Çocukların olur. - Ee - Rahat edersin işte. Yan gelip yatarsın Gülmüş bizimki; - Ben zaten yan gelip yatıyorum ki.
Hayatta istediğimiz bütün hayallerinizin gerçekleşmesi ve hiç bir zaman hayalsiz kalmamanız dileğiyle... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:10 | |
| Biz insanlar mutlu olmayı bilmiyoruz galiba. Mutluluğun anlamını farklı algılıyoruz bazen. Ufak şeylerden mutluluk yakalamaya çalışacağımıza büyük şeylerle mutlu olmaya çalışıyoruz. Büyük şeylere ulaşamayınca da mutsuz oluyoruz. Sonra karamsar karamsar dolaşıyoruz ortalıklarda. Hiçbirşey iyi gitmiyor bizim için, yolunda değil hayat, ne iş yolunda, ne aşk. Bir karamsarlık tutturmuşuz gidiyoruz işte... Hadi karamsar olmaya diyeceğim yok çünkü zaman zaman karamsarlığı sevmeyen, karamsarlıktan nefret eden ben bile karamsar olabiliyorum. Tabiki bu geçici bir karamsarlık olarak kalıyor bende. Sonra tekrar sarılıyorum hayata dört elle ve unutuyorum karamsarlığı. Ve mutlu olmak için elimden geleni yapıyorum mutsuz günlerime inet... Ama, insan çevresinde sürekli karamsar bir o kadar da mutsuz insanlar gördükçe istemeye istemeye karamsar oluyor. Arada sırada insanlardan kaçmak gibi bir girişimde bulunuyor. Taktım bu ara karamsarlığa çünkü çevremde gülmeyen yüzler görmekten, ağlamaklı gözler görmekten bir hal oldum. Hiç yoksa insanların yüzlerinde küçük bir tebessüm arar oldum. Ama yok. İnsanlara bir dokunsan bin ah işitiyorsun. Galiba biz insanlar mutlu olmasını bilmiyoruz ya da mutlu olmasını öğrenmedik hala? Ya da kendimizi mutsuzluğa inandırmışız bir kere vazgeçmiyoruz inandıklarımızdan. Tamam inandıklarımızdan, doğrularımızdan vazgeçmeyelim de mutsuzluktan vazgeçelim artık. Hayat beklediğimizden zor, şartlar belki zor ama dünyanın en mutsuz insanı değiliz sonuçta. Zorluklar içinde de mutlu olunabilir. Biraz iyimser olmalı. Yolunda gitmeyen hayatın düzeleceğine inanmalı. Hiçbirşeyden mutlu olmayanlar... Heyyyyyyyy Size sesleniyorum. Hayatın güzelliklerini görmeye çalışın biraz. Hayatın yaşamaya değen değerlerini anlamaya ve yaşamaya çalışın. Biraz maneviatçı olun, size verilen değerlere karşılık biraz da siz değer verin. Hayatta arkadaşlık, dostluk olduğunu görün artık. Ve en önemlisi de sevgi gibi bir duyguya sahip olduğunuzu ve sevgisiz yaşayamacağınızı öğrenin. Öğrenin ki belki mutlu olamayı da öğrenirsiniz. Bakın ne demiş şair; Yaşamak adına yaşanmalı herşey Yaşamak adına yaşanmalı herşey Sevgilerin doğurduğu güzellerde Özgürce doya doya koşulmalı Sevenlerin yoğurduğu gönüllerde. Yaşamak adına yaşanmalı herşey Sevgililerin uçuştuğu yüreklerde Önünde mutlu mutlu coşulmalı Gönüllerin doluştuğu ömürlerde. |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:11 | |
| Her aşk bulunduğu kalbin şeklini alır.' Ve her kalp yaşadığı aşk kadar şekillenir. İnsanları ikiye ayırmak adettendir. Çünkü anlamanın yolu ayırmaktan geçer. Bütün eşya birlikten yana koyarsa hükmünü kimin kim olduğu muamma olur diye; çeşitten yanadır dünyanın günü. Bunca çeşit arasında ayırmalıdır o vakit birbirine uyanlar ile uymayanları. Akıllılar ve aklı kıt olanlara diye önce. Güzeller ve çirkinler diye sonra. Padişahlar ve cariyeler diye. Daire tamamlanır gibi olduğunda her işin hem başı hem sonu olarak; aşka gücü yetenler ve aşka gücü yetmeyenler diye latif bir çizgi çizilmelidir kul ile kul arasına ve dahi kul ile eşya arasına.
Söz işte burada çatallanır. Kainatın dili aşktan yana söyleyip durduysa ve alemlerin Rabbi bunca güzelliği sadece Muhammed'in aşkına "ol" kıldıysa her kul bilemese de gönlünün çapını kendini aşka gücü yetenlerden sayar. Herkesin aşkı kendinedir taşıyabildiği kadar. Kolayından taşınabilseydi her aşk her sevda, sözün hükmü uçurur muydu gücünü yedi iklimden öte.
Her aşk önce gözde başlasa da bilinçtir aşkı güzelleştirip değiştiren. Evet sahibinde saklı her aşk değiştirir her şeyi. Önce sahibini değiştirir. Sonra sahibinin gözünden bütün dünyayı. Kim ki aşık bir yüze düşürür kendini, kendinden önce keşfeder kendini. Çünkü aşığın aynası billurdandır. Hataların, günahların yok olduğu bilurdan. Güzelliğin katmerleşip merhametin engin deniz hükmünde dalgalandığı.
Her aşk önce gözde başlasa da bilinçtir aşkı güzelleştirip değiştiren. Evet sahibinde saklı her aşk değiştirir her şeyi. Önce bir güzelin resmi düşer bilincin sudan berrak yüzüne. O resim değiştirir idrakin her türlü kıvrımını. O resimden önce ve o resimden sonra diye ikiye ayrılır hayat hiç birleşmemecesine.
Ben bilinç dedikçe siz yaban düşürseniz söze. Olsun. Bu hikayenin güftesi bilince düşmüş olsun yürekten evvel. Hapseden ve dahi hıfz eden bilinçtir. Onun içindir ki, aşkın tamama ermesi bilincin yitmesiyledir.
Öylesine yaşanmış aşklar vardır ki yakıp yıktığı gönüllerin harabesinden her çağda yeni çıralar tutuşturur. Hayatın bir geleneği vardır. Bunca değişmedeyse de her şey biz biz olduğumuzu nereden anlayacağız diye telaşa düşmüşken, duyguların hiç değişmeyen yüzü geçip çağdan çağa bulur bizi. Duygularda devam eder hayatın geleneği.
Yaşayan insan kadar yaşanılmış aşk yoksa da; aşka düşen her sevdalı kendi yangının ilk bilir. Yaşarken yaşayanlar ilk bilir de onca aşkın satır aralarından tanığı olan okuyucu, onca aşkı nasıl yerleştirir hafıza bohçasına? Şurada ben aşıkken okuduklarım. İçindeyim her satırın. Ve kahramanıyım her duygunun. Yaşanılanların aktarıcısı değil harfler. Benden bana giden yol. Ben olmasam o satırlardaki aşk ta yok. Leyla ile Mecnun yok. Arzu ile Kamber yok. Kerem ile Aslı yok. Hüsrev ile Şirin hiç yok. Hiç yok diye bunca keskin ise vurgu, hiçlikten varlık bulacak yüzlerce yıl öncesinin aşkı. Sen varsın ve ey okuyucu oradasın. Öyleyse yeniden şekillenir bütün geçmiş zaman aşkları. _________________ |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:11 | |
| Yağmur sesli karanlığın en çıkmaz vaktinde,varlığının uzaktan uzağa gelen kalp sesi kanatırken yaralarımı;ben yine bir tek seni mırıldanıyorum..Yokluğuna sarılmış bedenimle bir kadeh daha kaldırıyorum sana..Isırarak dudaklarımı “şerefine”…
Gözlerimin önüne düşen sensizlik baş ucumda.. Bir de yüreğime bir beden bol gelen yalnızlığın… Sensiz düşleri devirip,ay ışığında sensizliği içiyorum.. Yakamoz da karşı masada… ... Güneşten saklanan dağın inadına,dağın gün görmemiş topraklarında yeşeren iki kardelendik biz..İmkansızlığın gözlerine demir almış karanlıklar kentinde,son nebzede kaybedilmiş iki sabahtık..Biz,bir uçurumun kavuşamayacağı iki yakasıydık..
Sevdamıza hep yaprak dökümü yaşattık... Acının mahreminden hüznü emip, kırılan semayı devrik düşlerimizle yapıştırdık.. Sevdanın berrak nehrinde bulandırmadık hiç aşkı..
Doğrudan uzak baharlarda gülüp, aynı gülüşün ıslak dudaklarında yaşadık yüreğimizin yalnızlığını..Kirpiklerimizi bulutlarla eğip bir yağmur tanesi ile çıkarmaya çalıştık hasretin kör kuyusuna kaçmış sevdamızı..Ama aklımızdan çıkan bir kaç şey vardı aşkın üstünü örttüğümüz gecelerde… Hayata kalansız bölünen, imkansızlık denizinde tükenen iki güneş tanesi olduğumuzu unuttuk..Arsızca gezdirirken dudaklarımızı bedenlerimizde,özlemin çöl sıcağında buharlaşan tenimizi göremedik..Bilemedik işte…! ... Şimdi ise bastığım toprak kadar bana yakın bedenine el süremiyorum,dokunamıyorum,sarılamıyorum... Varlığına hüküm kurmuşken aşkım, diyorsun ki : “var olmamışımcasına sev beni”.. ‘’Tamam’’ diyorum :ben seni ‘"sensizliğin sessizliği’’nde seveceğim..." ... Bir ölüm anı kadar yakınımdaki sana, avuçlarımdaki gülüşmelerimi gönderiyorum küle dönen düş diyarımdan..Ellerim ile topladım onları.. Eğer silebilseydik imkansızlık kelimesini hayatımızdan, bu topladığım son gülüşleri sade bir nikah ile takacaktım parmağına..
İmkansızlığa büründü yine akşam... Artık, süzülen gözyaşlarımı avuçlarımın içine alıp avutuyorum..
Sadece anlamalarını istiyorum.. “im-kan-sız…” Tenim titriyor avuçlarımda.. “im-kan-sız…” Üşüşen hayallerim asılı kalmışlar havada.. “im-kan-sız…” Son vermek istersen eğer özlemin sen kokan sayfalarına.." Durma…" Söyleyemediğin kelimelere gebe kalmışsa yüreğin.." Durma…"Bırak imkansızlık sürme dudaklarına.. Hasretin üstüne basa basa dön bana.." Durma…"Gelmelerin özlemini yaşayalım.." Durma…"Nefesine yer açtım yanımda..Haydi " Durma…"Yalnızlıklarımıza gölge düşürelim.. Hak ettikleri gibi yalnız bırakalım yalnızlıkları.." Durma…"Örtbas et kaderi, yeniden yazalım..haydi " Durma…" |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:11 | |
| Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyor. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine, "Haydi, küçük bir deney yapalım" demiş.
Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş.
Kavanozda taş parçası için yer kalmayınca sormuş; "Kavanoz doldu mu?"
Sınıftaki herkes, "Evet, doldu" yanıtını vermiş.
"Demek doldu ha" demiş hoca. Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş. Kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler.
Yeniden sormuş öğrencilerine; "Kavanoz doldu mu?"
İşiin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler; "Hayır, tam da dolmuş sayılmaz" demişler.
"Aferin" demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir kova dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş.
Ve sormuş yeniden; "Kavanoz doldu mu?"
"Hayır dolmadı" diye bağırmış öğrenciler.
Yine "Aferin" demiş hoca. Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış.
Sormuş sonra; "Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?"
Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış; "Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni işler için zaman bulabilirsiniz."
"O da doğru ama" demiş zaman kullanma hocası; "Çıkartılması gereken asıl ders şu; Eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız."
Ve ardından herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş; "Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri,onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz?Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz?"
Son söz yine bir kızılderili atasözü olsun mu? "Soruyu yüreğine sor, cevap da yürekten gelecektir |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:12 | |
| Suyu baharın en güzel ayında, baharı Anadolunun buz gibi akan sularından içtim. Dağlara anlattım bildiklerimi, arkadaş olarak yalnızlığı seçtim. Bir bulut vardı, beni kendine çeken. Bulutun peşine düştüm, bulut benim olacaktı, bana gök kuşağının sırlarını söyleyecekti. Bana gök kuşağının yedi rengini verecekti. Bulut bana yağmur olacaktı. Bir rüzgar aldı bulutumu kaçıracaktı benden, bulutumun peşine düştüm. Dağlardan ovalara; ovalardan çöllere girdim. Bulutun peşinde çöllere düştüm. Rüzgarın elinden aldım umudumu, kurtardım sandım. Bulut benim olacaktı, bana hayat olacaktı. Sıcak bir yaz günüydü, bulutumu kaybettiğim gündü. Çocuk gibi ağladım, göz yaşlarımı çöllerde bıraktım. Çöle yüreğimi bıraktım. Susamıştım, yağmura hasrettim, bulutumun gözlerimin önünde yok oluşunu seyreden bendim. Sıcak bir yaz gününde kaybettiğim rüyam, umudum; umutların yok oluşunu gördüm. Sıcak bir yaz günüydü, kuraktı, susuzdu Bir rüyanın ölümün soğukluğuyla buluşmasını gördüm. Yıllarca peşinden koştuğum umudum, toprağımı bırakıp peşine düştüğüm umudum gözlerimin önünde eriyordu. Sıcak bir yaz günüydü. Susamıştım, nede olsa çölde yaya, çölde yalnızdım. Kumlar sakladı bedenimi, kumlarla dost olmuştum bir süre. Yıpranmıştı bedenim ölmek üzereydim... |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:12 | |
| NİYE BEN? Brenda, yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı. Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı. Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına. Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı. Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu. Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Brenda’ nın gözüne çarparak lensinin düşmesine neden oldu. Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkânsızdı. Lens, yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Brenda artık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içinde Brenda, lensini bulması için Allah’a dua edebilirdi yalnızca... Ve içten içe düşünüp dua etmeye başladı. Allah’ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardım et. Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağı indiklerinde, tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri Aranızda lens kaybeden var mı?” diye bağırdı. Brenda’ nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yürüdükçe kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens kızların dikkatini çekmişti. Eve döndüklerinde Brenda lensini nasıl bulduklarını babasına anlatacak ve bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek, karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacaktı: Allah’ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa, senin için taşıyacağım...
BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM?
Bu soruyu yaşamımız boyunca milyonlarca kez sormuşuzdur… Ve yaşamda ağır gelen yükler vardır… Hayır, ben hiç böyle bir şey söylemedim diyenlerdenseniz gerçekten çok mutlu olmanız lazım…
Şöyle bir düşünün şimdi; Sınavlara giriyorsunuz ve çok çalışmanız lazım oysa arkadaşlarınız eğlenmeye gidecekler. Hiç aklınızdan geçirmediniz mi? Neden ben çalışmak zorundayım o insanlar eğlenirken... Buda bir yük aslında…
Sonra çok yakınınızı kaybetmişsiniz ve avuç açıp Allah’a ben daha çok küçüğüm bu yükü nasıl kaldıracağım dediğimiz anlar vardır. Neden benim başıma geliyor bunlar. Neden babam öldü? Neden Annemi kaybettim... Yakınlarını kaybeden her insan sormuştur bu soruyu kendine. Neden, neden, neden soruları çoğaldıkça: boğulacak gibi olmuyor musunuz?
Sonra yakınınızda birine güvenirsiniz, insanca bir güvendir bu. Sizi nereye götüreceğini bilmeden, fütursuzca yardım edersiniz bir bakmışsızınız yaşantınızın boyutu değişmiş bir anda, içinize kapanıp olmayacak hatalar da yapabilirsiniz.
Bende yaptım ve bu yaptıklarımın karşılığı bir yükse, onu kendim yükledim sırtıma diye düşündüm, biliyordum ki bana kalan tek şey, nefes alıyor olmamdı. Yaşıyordum ve yaşanacak daha çok yük vardı. Belki de bu yük bir insana faydamı sağlayacaktı… Kim bilebilir beklide bana yarayacaktı…
İşte bir örnek daha, ailenize siz bakmak zorundasınız ve iki işte birden çalışıyorsunuz, sonra ben neden bu yük altındayım, benimle aynı yaştaki arkadaşlarım gezip tozarken, ben neden aileme bakmak zorundayım soruları takılmıştır aklınıza. Bu soruları çoğaltmak o kadar kolay ki? Düşünün O minicik Karıncadan daha mı küçüğüz. Lens onun için çok ağırdı üstüne üstelik kendi için taşıdığı bir şey de değildi, ya da çevresindekiler için.
Karşılıksız bir aşkta yaşıyor olabilirsiniz ve omuzlarınızdaki yük çok ağırda gelebilir… Unutmayın ki taşınan her yük, sonucu düşünülünce hafiftir… Bütün sevdiklerinizi gözünüzün önüne getirerek düşünün şimdi: Bu sabah; güne sağlıklı uyanarak başlamışsanız, dünyada 1 hafta sonrasını göremeyecek olan 1 milyon insandan daha şanslı hissedebilirsiniz kendinizi. Bunlar istatiksel gerçekler.
Bir harp tehlikesi ile işkence görmek ihtimali ve sağ kalma korkusu ile karsı karsıya değilseniz, 500 milyon insandan daha şanslısınız taşıdığınız yük onlarınkinin yanında ne kadar ağır ki?
Bankada ve cüzdanınızda para varsa, dünyanın en imtiyazlı % 8'i arasındasınız... Geriye kalan % 92 den daha mı az yük taşıyoruz… Bu yazıyı okuyabiliyorsanız okuma yazma biliyorsunuz demektir. Oysa okuma yazma bilmeyen 2 milyar kişiden biri olabilirdiniz. Bu örnekleri uzatmakta o kadar kolay ki? Hayatımızı kâbusa çevirmek 1 saniyemizi alır taşıdığımız yük ne olursa olsun ucu yine sevgiye dayanıyor. Sevilerek yapılan her şey ama her şey mutlulukla ve başarıyla sonuçlanır... Paraya ihtiyacımız yokmuş gibi çalıştığımızda Kimse bizi üzmemiş gibi sevmeye devam edebildiğimizde Kimse bizi seyretmiyormuş gibi dans edebildiğimizde. Kimse bizi dinlemiyormuş gibi şarkı söyleyebildiğimizde Cennet dünyadaymış gibi yaşamayı başardığımızda.
Bir karıncanın yapacaklarından çok daha fazlasını gerçekleştireceğimiz kesin. Taşıdığımız yükün ağırlığı değil de, sonucunda olacakları düşündüğümüzde…
Niye ben demeyeceğimiz bir dünya yaratmış olacağız… İyi ki varım. İyi ki varsınız… Taşıyacağımız yüklerin en ağırlarını vermemesi dileğiyle, Karınca kadar sabır ve yüreğe sahip olmak dileğiyle! |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:12 | |
| VAZGEÇEMEYECEĞİM
Biliyorum Sen Ordasin…sen Benim Diger Yarimsin… Senle Ben Gece Ve Gündüz Gibiyiz; Ayni Yarim Bir Ay Gibi. Düşün; Ayin Bir Yarisi Aydinlik , Diger Yarisi Ise Karanlik… Sen Gece Gibisin ; Sessiz ,sakin… Ama Her An Firtina Kopackmis Gibi ürkütücü.gecenin Içinde Keske Birkac Parçada Olsa Yüreginin Içinde Yanan Ateşin Kivilcimlarindan Yakalayabilsem.görüyorum Fakat Ulaşamiyorum. Neden Rahat Degilsin?niçin özgür Olamiyorsun?yüreğinin Içinde özgür Oldugun Gibi Neden Yaşamindada özgür Olamiyorsun? Ben Ayin Aydinlik Yüzüyüm Gündüzüm… Her Zamn Sicak Neşeli Mutlu Içimde Kim Varsa Dişimda Da O Var.benim Yüregimdeki Yanan Ates Gözlerime Düşmüş.ben Yüreğimdeki Kivilcimlari Gözlerimle Dagitiyorum.gülüşümle , Sesimle ,anlara Güç,sevgi Katiyorum.bazen Kristal Bir Gül Gibiyim.elinden Düşersem Kirilirim Paramparça Olurum.bir Daha Birlesmemecesine Binlerce Parçaya Bölünürüm… Sevgi Sadece Sözcüklerde Sakli Değildir.bazen Bir Gülümseyiş,bir Dokunuş,bir Bakiş,sözcüklerden Daha Da Iyi Anlatiraşki,sevgiyi…umarim Hüzünlerimiz Ilkbahar Yagmurlari Gibi Kisa Ve çabuk Geçer.her Göz Yaşi Damlasinda Insanin Içindeki Kivilcimlardan Biri Söner.sönen Kivilcim Tanesi Ise Ateşi Daha Da Güçlendirir Asla Tükenmez.insani Ne Yaşarsa Yaşasin Hayati Simsiki Bagliyor.yitirilen Umutlari Yeniden Filizlendiriyor,onlara Yeniden çicek Actiriyor. Ne Yaşanirsa Yaşansin Hayatta Hiç Bir Zamn Pişmanliga Ve Keskelere Yer Verme.yoksa Kendi Kendinin ölümüne Neden Olursun.yaşama Daima Simsiki Saril Ve Hiç Birakma Güçlü Ol.elbet Hayat Bazen Bizi üzecek,kizdiracak,hatta Isyan Ettirtecek.ama Bu Kötü Olaylarin Bile Bir Yerinde Bizi Yüreğimizden Vuracak ,mutluluğa Boğacak öyle Güzel Anlarda Yaşayacagizki Işte O An Ki Mutluluğumuzu Hiçbirşeye Değişmeyecegiz.hayat Yaşamimiza Böyle Güzelliklerde Katacak… Seninle Olmak Okadar Güzel Ki,bitmesin Ne Olur. Sana Olan Sevgim Hiç Degişmedi,bu Sevgiyi özlemin Dahada Körüklüyor Seni öyle Cok özlüyorumki…; Sen Benim Diğer Yarimsin…bana Kizma Ne Olur.sen öyle özelsinki,seni Sevmekten Bir An Bile Vazgecmedim,vazgecmeyeceğimde _________________ |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: KaRı$ıK 28.01.08 11:12 | |
| |
| | | | KaRı$ıK | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|